Bakanlık ve KADEM İş Birliğinde Gerçekleşen "5. Uluslararası Kadın Ve Adalet Zirvesi" Sonuç Bildirgesi Yayımlandı
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) iş birliğinde İstanbul’da düzenlenen "5. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi", ikinci gününde oturumlarla devam etti. Yurt dışından gelen katılımcıların zirvede yaptığı konuşmaların ardından sonuç bildirgesi yayımlandı.
Açılışı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık tarafından yapılan zirvenin "Özne Olarak Kadın" başlıklı oturumunda, Afgan barış müzakerecisi ve kadın hakları aktivisti Fatima Gailani, Afganistan'daki kadın haklarından söz etti. Yaklaşık 2 ay sonra 69 yaşına gireceğini belirten Gailani, 8 yaşındayken ülkesinin kabinesinde kadın bakanların bulunduğunu, çocukken bunun önemini kavrayamadığını ama annesinin ve teyzesinin gözündeki mutluluğu gördüğünü dile getirdi.
Afganistan'da kadınlar oy kullanıyorken, bazı demokratik ülkelerde kadınların halen oy kullanamadığını aktaran Gailani, "Ancak bugünkü Afganistan'a bakarsak 60 sene önce ülkenin öyle olduğunu düşünmek çok zor. Ciddi bir mücadele veriyoruz. Ne için? Kızlar da ortaöğretime erişebilsin diye. Savaş, ülkede çok şeyi değiştirdi." dedi.
"Aileleri güçlendirdiğimizde toplumu güçlendiriyoruz"
Doha Uluslararası Aile Enstitüsü İcra Direktörü Sharifa Noaman El Amadi de kadının aile içindeki yerinin önemine işaret etti. El Amadi, başkanlar ve başbakanların, kadınları ve aileyi destekleyen politikalar üzerinde çalışması gerektiğini ifade ederek, "Bu konuda çeşitli araştırmalar yapılmalı. Biz kendimize 'feminist' diyoruz çünkü aileleri güçlendirmek istiyoruz. Aileleri güçlendirdiğimizde toplumu güçlendiriyoruz." dedi.
İbn Haldun Üniversitesi öğretim görevlisi ve Jasmine Vakfı eş kurucusu Dr. Tesnim Khriji Chichi, Tunus'taki kadın haklarını anlattı. Tunus'un her zaman, kadınların eşitliği bağlamında bölgede ilerici bir ülke olarak değerlendirildiğini belirten Chichi, şunları söyledi:
"Modernleşmenin aslen iki sütunu olduğunu düşünüyorduk. Bunlardan ilki 'kadın hakları', ikincisi ise 'sekülerizm'di. Bu iki sütun, Tunus devletinin temel taşlarıydı. Fakat fiiliyatta bu ne anlama geliyordu. Söz konusu dönemin hükümeti, bu yeni hakları, mevcut kadın hakları hareketinin üzerine inşa etmek yerine daha farklı bir çizgi tercih etti. İnsan hakları ve kadın haklarını birleştirmeye gidilmedi. Bunun yerine devletin başını çektiği feminizm, kadın haklarını diğer haklardan izole etti. Kadınların hicap giymeme hakkı vardı.
Modernleşme, tamamen geleneği ve kültürel kodları terk etmek, kamusal alanın dışına çıkartmak olarak algılanıyordu. Aslında kadınların üzerine bir görünüm ve belli türden haklar dayatılıyordu. Bir kadın olarak karar verme mekanizmalarında sizi bir kadının temsil etmesini istediğinizde devlet tarafından o haklar verilmiyordu. Bu açıklık, ilericilik cephesinin arkasında çok ciddi sorunlar vardı. Kadınlar birçok haktan mahrum bırakıldı."
“Basketbol oynuyordum ancak başörtüm nedeniyle birine çarpıp zarar verebileceğim söylendi”
ABD'den uluslararası motivasyon konuşmacısı ve basketbol koçu Bilqis Abdul-Qaadir, "Modern Zamanın Görünen ve Görünmeyen Aktörleri" oturumundaki konuşmasında, bir dönem profesyonel olarak oynadığı basketbolu, başörtüsü nedeniyle bırakmak zorunda kaldığını anlattı. Abdul-Qaadir, "Basketbol oynuyordum ancak başörtüm nedeniyle birine çarpıp zarar verebileceğim söylendi. Bu kumaş sonuçta, kimseye zarar veremem. Bir seçim yapmak zorunda kaldım. Hayatımda karşı karşıya kaldığım en zor seçimlerden biriydi. FIBA'ya karşı mücadele yürütmeye çalıştım. Bu 4 yıl sürdü. İman ve spor arasında seçim yapmak zorunda kaldığımda bana çok fazla çıkış yolu kalmadı. İnsanlar bana dik dik bakarak ya da alaycı laflar atarak beni rahatsız ettiklerinde iyi bir basket atıp onları susturmak gibi motivasyonum oldu." diye konuştu.
İngiltere merkezli Media Monitoring Merkezinden gazeteci ve yönetmen Rizwana Hamid de medya gözetmenliği konusunda açıklamalarda bulundu. Medyanın algı ve fikirlerin şekillendirildiği en önemli mecra olduğunu belirten Hamid, şunları söyledi:
"Medya derken, içinde sosyal medya, ana akım medya, geleneksel medyanın hepsini kastediyorum. Biz her gün yüzlerce makaleyi, klipleri, televizyon programlarını denetliyoruz, inceliyoruz. Her gün yaklaşık 50 bin içeriği meslektaşlarımız inceliyor. Özellikle Batı'da veriler bize şunu gösteriyor, medyanın İslam'a dair bakış açısı, bir kesime yönelik hasmane duygularını artırıyor, nefret duygularını azdırıyor. Biz de medyayı incelemeye tabi tutarak kanıt temelli bir şekilde çeşitli medya kuruluşlarıyla yüzleşme yaşayabiliyoruz. Onlara bu şekilde ne tür klişelere düştüklerini gösterebiliyoruz. İslam'a dair günbegün birtakım klişeler yayımlıyorlar. Söz konusu klişeler artık ana akım medyaya nüfuz ediyor. Bu da insanların üzerinde doğrudan etki yaratıyor."
Suriyeli ödüllü film yapımcısı ve aktivist Waad Al Kateab, Suriye'deki savaşı anlattığı ödüllü filmi "Sama İçin" hakkında konuştu. Al-Kateab, hikayesinin 11 sene önce başladığını dile getirerek, şu ifadeleri kullandı:
"Suriye iç savaşı başladığında ben de protestocuların içinde yer alıyordum. Söz konusu yılda işlerin iyiye gideceğine dair umudu barındırıyordum. 'Sama İçin' ben, kızım ve eşim, 5 sene boyunca neler yaşadık bunu anlatıyor. Eşimin çalıştığı hastanedeki insanların, çalıştığım okuldaki insanların hikayeleri var. 'Sama İçin' sadece benim filmim değil, birçok Suriyelinin hayatını yansıtıyor. Bütün topluluk olarak Suriye'de neler yaşandığını anlatıyor. Sonraki kuşakların neler yaşayacağını da anlatmaya çalıştık. Filmi çekerken pek çok sefer bu işi başaramayacağımı düşündüm. Film, adeta beni hayatta tutan araç haline geldi."
“Gana'da kadınların nasıl çalıştıklarını gördüğümde ağladım”
Avustralyalı oyuncu Reshad Strik, çeşitli ülkeleri ziyaret edip film sektöründe yer aldığını, bu sayede farklı kültürleri yakından görme fırsatı yakaladığını kaydetti. Filipinler'de kadınların çoğunun çalıştığını, erkeklerin ise oturup horoz dövüşü izlediğini belirten Strik, "Bunu gördüğümde şok oldum, inanamadım. Endonezya'da bu durum biraz daha dengeliydi. Erkeklerin çoğu çalışıyordu. Gana'ya gittiğimde kadınlar her gün çalışıyordu. Başlarında 20 kilogram suyla kilometrelerce yürüyorlardı. Kadınlar çiftçilik, avcılık yapıyorlardı. Amazon kadınları gibilerdi, güçlülerdi. Gana'da bu kadınların nasıl çalıştıklarını gördüğümde ağladım." diye konuştu. Konuşmaların ardından KADEM Mütevelli Heyeti Başkanı Sümeyye Erdoğan Bayraktar, katılımcılara sertifika verdi.
Sonuç Bildirgesi Yayımlandı
Dünyanın 17 ülkesinden 26 konuşmacının katılımıyla düzenlenene zirve sonuç bildirgesi konuşmaların ardından yayımlandı. Bildirgede, modernleşmeyle birlikte kadınlığa dair tek bir kültürel kodun dünyanın tüm kadınlarına uygulanmasının, karşı çıkılması ve itiraz edilmesi gereken bir dayatma olduğu belirtildi. Bu dayatmaya karşı çıkışın, kültürün birleştirici ve kapsayıcı yönünü görmezden gelmek değil, adaletsizliğe, eşitsizliğe ve ayrımcılığa sebebiyet veren norm ve kolların sorgulanması yaklaşımı olduğuna vurgu yapılan bildirgede, şu ifadelere yer verildi:
"Yekpare bir modernlik anlayışı da yekpare bir kadınlık anlayışı kadar sömürüdür. Özellikle sömürge geçmişi olan ve baskın bir kültürün dayatıldığı ülkelerde yaşayan kadınlar hem sömürgeci gücü hem de ülkelerindeki kültürel kodların baskısı ile karşı karşıyalar. Böyle bir durumda kadınlarda olumlu ve olumsuz etkileri olan dayatmaları anlamak ve ona göre bir sivil toplum anlayışı geliştirmek gerekmektedir. Kadınlar toplumunda yer alabilmek için kendini ispat ettirmek için daha çalışkan, daha güzel ve daha mükemmel olmaya zorlanmaktadır. Medyanın da etkisiyle ideal kadın tiplerinin dayatılması, kadınların kendi yollarını seçmesinin önünde bir engeldir."
Kültürel kodların oluşumunda toplumsal huzurun ve barışın rolünün büyük olduğu belirtilen bildirgede, belirsizlik dönemlerinde haklarından ilk mahrum kalanların kadınlar olduğu, kadının konumu, eşitliği ve eğitiminin çok önemli olduğunun altı çizildi. Hukuki altyapının iktidar görüşü ne olursa olsun kadınlar için büyük bir koruma tesis ettiğini, dolayısıyla adalet ekseninden şaşmayan bir anayasanın kadın haklarının güvencesi olduğu vurgulanan bildirgede, şunlar kaydedildi:
"Eğitime erişim, kadının güçlendirilmesi ve haklarının farkındalığı açısından elzemdir. Aile, yaşlısıyla çocuğuyla kadınıyla erkeğiyle bir güç olarak ele alınmalıdır ve hiçbiri dışarıda bırakılmamalıdır. Sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde gerçekleştirilen akademik araştırmaların bilgisi ışığında güçlendirilen sosyal politikalar ile karar verme mecralarında daha güçlü bir söze sahip olacağı düşünülmektedir. Birçok ülkede kadınlar dini inancından ötürü ayrımcılığa maruz kalıyor. Kadınlar ayrımcılığa uğramamak için diğerlerinden daha iyi olduğunu ispat etmek zorunda kalıyor. Daha çok çalışmak zorunda kalıyorlar. Bu sebeple de ya iş bırakıyorlar ya da inancına uygun olan tesettürü terk etmeye mecbur bırakılıyorlar."
Bildirgede kadınlar için esnek çalışma imkanlarının genişletilmesi de istenerek, "Kadınlar iş hayatında daha fazla inisiyatif almalı, erkek işi olarak değerlendirilen alanlara girmekten çekinmemelidirler. Kadınlar işe alımda eğitim ve liyakat ihtisaslarından ziyade toplumun makul kadınlık rolüne uyumluluklarına göre değerlendirmektedirler. İşe giriş kıstasları hakkaniyet ekseninde yeniden gözden geçirilmelidir." denildi. Her coğrafyada kadınlara sanat alanında imkanların sağlanması gerektiği vurgulanan bildirgede, özellikle Avrupa ve ABD'de İslamofobi deneyimlerine dayalı olarak yapılan mizahi görsel üretim ve medyadaki İslamofobik temsillerin Müslümanlara dair ayrımcı kültürel kodları oluşturduğu belirtildi. Zirve, hatıra fotoğrafı çekilmesiyle sona erdi.